21. yüzyılın başlarında Türkiye, ekonomik ve politik olarak bir dönüm noktasından geçti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığı fırlattığı, gecelik faizlerin %7500'lere ulaştığı, Başta Sümerbank, Demirbank gibi 22 tane bankanın battığı, Toplanan vergilerle devlet borçlarının faizinin dahi ödenemediği, Türkiye için oldukça karanlık günler yaşandı. Bu yazımızda, Erdoğan'ı İktidara Taşıyan Kriz olarak nitelendirebileceğimiz 2001 Türkiye Ekonomik Krizini, okuyucularımızı sıkmayacak uzunlukta, hap bir şekilde kaleme almaya çalıştık. Keyifli okumalar dileriz!
Kriz Öncesi Türkiye
90'lı yıllar Türkiyesine yüksek enflasyon hakimdi. 1977 yılından süregelen yüzde 60 ile 90 arasında değişen yüksek enflasyon oranları, Türkiye ekonomisini sarsan, halk nezdinde iktidara güvenin olmadığı bir durum yarattı. Bu duruma dış ticaret açığı ve bütçe açığı da eklendiğinde ekonomi kırılgan bir hale gelmekteydi. Türkiye öyle bir dönemden geçiyordu ki, toplanan vergilerle devlet borçlarının faizleri dahi ödenemiyordu. Mali baskı günbegün artıyordu.
Kriz Öncesi Dünya
Türkiye gibi Dünya ekonomisi de 90'lı yıllarda darboğazdan geçmekteydi. Bu yıllarda ülkemizdeki 2001 krizini tetikleyen birçok gelişme yaşandı.
1997 Asya Ekonomik Krizi: Başta Çin ve Japonya'yı sarsan kriz, Türkiye'deki Asyalı şirketlerin çekilmesine, Türkiye'ye yapılan yatırımların durmasına ve Türkiye'den ithal edilen mal sayısının azalmasına yol açtı.
1998 Rusya Ekonomik Krizi: Bu kriz, Türkiye'nin en önemli gelir kaynaklarından biri olan Turizm sektörüne sekte vurdu.
1991 Körfez Krizi: Sınır komşumuz İran'da yaşanan bu kriz, Turizm gelirlerimizi azaltan başka bir durum oldu. Ayrıca Terörü ve ülkeye göçü arttırdı.
Kamu Kurumları ve Bankaların Mali Krizi
O dönemin bankacılık sisteminin en büyük sorunlarının başında, şüphesiz kredilerdeki bonkörlük gelmektedir. Özellikle devlet kurumlarına ve kurumsal şirketlere, enflasyon oranının altında faiz oranlarıyla büyük meblağlı krediler veriliyordu. Vatandaşların kredi notlarından bağımsız olarak özellikle konut kredisinde kolaylıklar sağlanıyordu. Bankacılık açından bu durumlar, 22 bankanın battığı duruma zemin hazırlamaktaydı.
Kamu kurumlarında da durumlar pek iç açıcı değildi. Devlet hazinesi biriken kamu borçlarını finanse ediyordu. Kurumlar yüksek zararlılık ile bilançolarını açıklıyorlar ve devletin yükünü artırmaya devam ediyorlardı. Merkez Bankası tarafından dövize yapılan müdahaleler de rezervi azaltmakta ve ekonomik istikrarsızlığı derinleştirmekte idi. Bu durum ülkemize gelecek yatırımcıyı da olumsuz anlamda etkiliyordu.
IMF ile anlaşma:
Bahsedilen zorlu ekonomik koşullar, Türkiye'de likidite krizine yol açıyordu. Resmi ve özel kurumlar borçlarını ödeyemiyor, finansman için para bulamıyordu. Bulunan paralar ise yüksek faiz oranlarına ve yüksek borçlanmalara yol açmaktaydı. Durumu iyileştirmek amacıyla 1999 yılında 1 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe girmek üzere IMF ile anlaşma yapıldı ve IMF'nin politikalarına uyulacağına dair taahhütte bulundu. Bunun karşılığı olara IMF, Türkiye'ye kredi ve finansman desteği vereceğini açıkladı.
Başlangıçta, IMF politikası olumlu etkiler yarattı ve enflasyon oranlarında bir miktar düşüş görüldü. Faiz oranları da önemli ölçüde düştü. Ekonomik olarak sıkılaşma şiddetle devam ediyordu. Ancak, 2000 yılının Kasım ayında bankaların vadesi gelen borçları döviz açığını ciddi şekilde artırdı. Ekonomik sıkılaşma da eklenince likidite krizi derinleşti. Bankalar bu açığı kapatmak için Türk Lirası satıp döviz almak zorunda kaldı ve bu durum faiz oranlarının çok yükselmesine neden oldu. Bu durum, güvenin azalmasına ve yabancı yatırımcıların ülkeden çekilmesine yol açtı.
Özellikle Demirbank'ın yaşadığı likidite krizi ülkeyi sarstı. Sağladığı kredilerin ödenmemesi ve yüksek borçlar bankaların bir bir batışına yol açtı. Devlet, batan bankaların sorumluluğunu üstlenmek durumunda kaldı ve hali hazırda zayıf olan ekonomi iyice dibi gördü. IMF'nin sağladığı krediyle bu sorunlar geçici olarak çözülse de, daha kalıcı çözümler gerekiyordu. Bu bağlamda, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) kuruldu. Ancak, ekonomik kriz derinleşmeye devam etti. Yapısal reformlar ile desteklenmeyen ekonomi politikalarının sürdürülebilir olmadığı bir kez daha gözler önüne serildi.
"Anayasa Kitapçığı" ve Krizin Zirvesi
Krizin zirve yaptığı nokta, Anayasa kitapçığı meselesiyle patlak veren politik bir çatışmaydı. O dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, BDDK'yı denetlemek istediğinde, Başbakan Bülent Ecevit "denetleyenin denetleyicisi mi olur" diyerek karşı
çıktı. Bu tartışma, Sezer'in Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla simgesel bir hal aldı. Bu olayın ardından, günlük faiz oranları %7500'lere kadar yükseldi, ülkede kaos ve güvensizlik arttı.
Bunların sonucu olarak, artan işsizlik, ekonomik güvensizlik neticesinde yatırımlarda kayda değer azalma, ihracat ve turizm gelirlerinde düşüş, ekonomik daralma ve bunların sosyal sonuçları olarak intihar sayılarında artış gibi ciddi sorunlar yaşandı. Bu dönem, Türkiye'nin ekonomik ve politik tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Krizden Çıkış: Ak Parti İktidarı ve Kemal Derviş Politikaları
Dönemin konjonktürü ve ülkenin sorunlarını çok iyi analiz eden Erdoğan, Ak Parti ile katıldığı ilk seçimde iktidarı ele geçirdi. Ak Parti yönetimi, Ekonomik olarak zor günlerden geçen Türkiye'yi, Kemal Derviş politikalarını büyük oranda uyguladı. Ufak revizelerle dönemin ekonomi yönetimi, politikaları Türkiye realitesine daha uygun hale getirdi. Bu politikalar Türkiye'nin 2000 ekonomik krizinden çıkışını işaret etmekteydi. 2008 Global krizine kadar oldukça başarılı bir ekonomi süreci yürüten AKP hükümeti, iktidarını sağlamlaştırdı.
Son Söz
Bu dönemi anlamak, bugünkü Türkiye'nin ekonomik ve politik dinamiklerini daha iyi kavramak için elzemdir. Geçmişte yaşanan bu zorluklar, bugünün Türkiye'sinin şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Tarih tekerürrden ibarettir. O günün sorunlarından ders alınıp, gelecekte çok daha sağlam bir Türkiye Ekonomisi oluşturulması ümidi ile. Okuduğunuz için teşekkürler.
留言